Oda



Acının havaya karıştığı ve insanın ciğerlerine kadar nüfuz ettiği odada köşeye çöktü kadın. Üzüntüyle boş duvarların üzerinde öylece duran ve onu izleyen lekelere baktı, boş evin belli ki çok misafiri olmuş ve bu misafirlerce maalesef hor kullanılmıştı. Ev uzun zamandır boş olmasına rağmen birileri aniden kapıdan girip ona selam verecekmiş gibi bir hisle kapıya bakıyordu. Sakince doğruldu ve evi dolaştı. Başka bir odaya yöneldi ve pencereden girerek zemini okşayan ışığa baktı. Sahi bu zemin güneşi böyle güzel nasıl kucaklamıştı? Düşündükçe anılarını hatırlar gibi oldu. Donup kaldı bir anda, gözleri açıldı. Birkaç adım daha atıp odanın ortasına geldi. Sanki yerle bir olmak istiyordu, zeminle bütün olup her gün güneşin ve ayın ışıklarını kucaklamak, öylece sadece gökyüzüne bakmak ve yer yüzünün kasvetini bir daha görmemek istiyordu.Soğuk duvarların duygusuz bakışları arasında kaldığını fark edince ürperdi. Sanki evin içindeki duruşu iki sokak aşağıdaki bakkaldan, bir sokak ötedeki ilkokul arkadaşının evinden bile görünecek kadar ortadaydı. Biri onu görür, işte bu kız seneler evvel o evde yaşayan zavallı çocuğun ta kendisi der diye korkuyordu. İçinde saklanma hissi belirdi. Zavallı olmaktan utanç duydu. Ama saklanamadı bir türlü. Oysa ömür boyu hep bir şeyler saklamayı ve saklanmayı çok iyi bildiğini düşünürdü. O kadar iyi saklanırdı ki mahallede ne zaman saklambaç oynasa ebe onu bulamaz, en sonunda pes ederdi. Ama şimdi neden kaçamıyordu? Gerçek apaçık önünde beklerken o neden bakmaya devam edip canını yakıyordu ki? Büyümek bazı becerilerinin de yok olmasına mı sebep olmuştu? Ya da acı gerçeğin gözlerine bakarken insan tatlı yalanları göremeyecek kadar kör, duyamayacak kadar sağır mı oluyordu?

Yere değen güneş alevlenip ayaklarını sarsa da kıpırdamayacaktı sanki. Yardım istiyordu ama dudakları birbirine yapışıp kalmıştı. Kulaklarını sağır edecek kadar yüksek sesle bağırdığını hissetti, göğsü kabardı, ama bağıramıyordu. Sanki bir düşün içindeydi, uyanmak istese de yapamıyordu, alnından filizlenen terler yere döküldükçe kocaman bir gürültü koparıyordu. Onun için bu ufacık sesler bile sessizliği vahşice yırtıp evi gürültüye boğuyormuş gibiydi. Birileri onun sesini duyacak diye hem korkuyor hem de birileri duysun, gelip onu bu eziyetten, gözleri önünde acı veren gerçeklerden ve geçmişten çekip kurtarsın istiyordu. Hem biri ona şefkatle sarılsın, hem de en güçsüz, en savunmasız haline kimse şahit olmasın istiyordu.

Sonra pes etti. Bu defa kaçmaya yeltenmek dahi istemedi. Durup kurtarılmayı bekledi. Kimse gelmedi. Kimse kurtarmadı. Kimsenin ruhu bile duymadı. Güneş battı. Kadın, ömrü de ufuktaki kızıl güneş gibi batana ve karanlığa gömülene dek o odada kilitli kaldı.

Yorumlar