Başka Türlü Yaşamak

 


Başka türlü yaşamın varlığına hep inanmıştı. İnsan evvela kendini bilmeli ve hayatını başka ellere bırakmadan kendi seçmeliydi. O halde bir akşamüstü, hanımeli ve leylak kokularıyla süslenmiş çiçekli bir bahçenin ortasında gözlerimi açamıyor oluşumun sebebi de bilhassa kendim olmalıyım diye düşündü. Sadece bir nefes boşluğu kadar bu fikir içini sıktı, kalbi bu süreyi saatler gibi algılayıp daraldı. Boş sokaklar, birbiri ardına geçen araçlar, ışıkları yanan evler ve içlerinde gezinen insanlar. İstisnasız hepsinin yaşadığı hayatı bile isteye seçebileceğini düşünmek büyük bir yanlıştı. Fakat bu hayatta kalmayı seçtikleri ve razı oldukları da gün gibi ortadaydı. Kader elbette vardı, buna inanmaktan vazgeçmiyordu fakat herkesin inandığı gelenekselleşmiş kader fikrine değil daha başka bir kadere inanıyordu. Seçimleriyle şekil verebileceği bir kaderdi bu. Elbette çizgileri olacaktı hayatının, imkansızları olacaktı. Ki bu bahsi geçen imkansızlar kaderinin örülü mutlak sınırlarıydı. Fakat başına gelen kötü şeylerin de hepsi kaderi değildi. Oturup kötü olan her şeyi acı içinde kabullenmek fikri onu içinden çıkılmaz sıkıntılara sürüklüyordu. Bunlardan kurtulmak, kaçıp uzaklaşmak ve başka türlü bir yaşantı kurmak onun ellerindeydi. Kuruyan dudakları söz söylemek ister gibi aralandı fakat bir bardak suya uzanmak için kırk senelik yol yürümesi gerekiyormuş gibi hissetti ve derhal sessizliğini korudu. Çaresizliği bedenini sarıp boğmak istercesine sıkarken gözleri çevresinde bir ışıltı aradı. Düşüncelerinin arasından onu çekip alacak bir el.

Derin bir iç çekti. Kendisine acıyan, bu hayata ait olmadığını sezdiren bakışları hissettikçe içi burkuluyor, ezilip yeniden toplanıyordu. Zebaniler başında dikenli sopalarıyla gardını parçalarken, oturup şafak söksün de kabus bitsin diye çaresizce bekliyordu. Yüzü düşmüş, adımları sendelemeye başlamıştı. Gözleri bakıyor ama görmüyordu dünyayı. Sokaklarda birbiri ardına yanan ışıklar, kaldırım taşları ve bozuk asfaltlar içine acıdan başka bir şey vermez oldu. 

Bir an gözleri açıldı. Her şeyi görür ve anlar oldu. Ayakları bir çırpıda yolunu bulup yeşile dönüverdi. Nasıl oldu o bile anlamadı. Ayaklarına bir filiz düşmüş de topuklarından aşağıyı sarar gibi bağlandı toprakla. Gözlerinde ve dudaklarında çiçekler filizlenir diye sakince bekledi. Hafif bir meltem esti, leylak kokuları sardı çevreyi. Hayal ettiği o leylaklı yeşil bahçedeydi nihayet.

 Zihnine takılı süzgecin aralarından süzülüp gitti tüm karamsarlık ve buhran. Başına ona deli diyenler için taktığı huni rüzgara takılıp uçuverdi. Ayağındaki el alem zincirleri eridi gitti, yüreği onu susturan prangasını söküp attı. İçine bir ferahlık çöktü. Sırt üstü uzandı yere, gözlerini kapattı derin bir nefes alıp tekrar açtı. Güneş, akşamın 8'i de olsa böyle kalacak gibiydi, hiç utanmadan kızarıp bozarmadan tepeden saçlarını toprağa serecek gibi. Son kez derin bir oh çekti. Sonunda her şey istediği gibiydi, putsuz, sözsüz, şartsız, elsiz ve alemsiz. İçinden 10'a kadar saydı. Sonra da yeşilin şefkatli elleri içinde kaybolup gitti.

Yorumlar